21 Şubat 2017 Salı

Recep İvedik Müdafaası

Filmin başlamasına yarım saat kala gişeye yetiştim. Alpeis’e iki bilet istedim. Filmin yönetmeni Lanthimos, bir önceki filmi Köpek Dişi (Kynodontas) ile “En İyi Yabancı Film Oscarı”na aday gösterilmişti. Dolayısıyla muhtemelen salon tıka basa dolu olacaktı. Şanslıydım, arkadaşımla bana yer vardı. İki bilet alıp film saatini bekledik. Kısa süre sonra gişedeki çalışan yanımıza gelip özür dileyerek filmi daha ufak salonda izlemek isteyip istemeyeceğimizi sordu. İndirim yapacaktı bunun için. Meğer ikimizden başka kimse bilet almamış. Salon kapatan görgüsüzler gibi oturup tek başımıza izledik filmi.

En son yine Jarmusch’un filmi Patterson’u izlerken bu anı hatırladım. İlk gösteriminde dahi salonda 6-7 kişi vardı. Benzeri vakaları çoğaltmak mümkün. Özel programlar dahilinde tek seferlik gösterilen nitelikli filmlerde bile salonların bomboş olduğuna defalarca şahit oldum. Aynı zamanda popüler, büyük bütçeli yapımların, büyük salonları tıka basa doldurduğu da vakidir.

Bu hadiseler Almanya’dan. Eminim, Türkiye’de durum farksızdır. Gişe verilerine bakıldığında başka ülkelerde de durumun benzer olduğu açıktır. Sanat filmlerinin eğlence amaçlı çekilen filmlerden çok izlendiği bir yer bilmiyorum.

Mesele tam da burada kilitleniyor zaten. Necip Türk matbuatının ve film endüstrisinin günah keçisi Recep İvedik’in başarısı, sinemanın gelişmesinin önündeki engel gibi gösteriliyor. Ah şu Recep İvedik olmasa Türk Sineması içindeki büyük potansiyeli ortaya çıkaracak, müthiş bir sıçrama gerçekleştirecek! Gerçekten öyle mi?

“Bizim büyük çaresizliğimiz”

Odyofiller, temiz ses “hastaları” ile konuştuğunuzda size yüksek nitelikli ses alabilmek için üç şeye dikkat etmeniz gerektiğini söylerler. İlki temiz, yüksek çözünürlüklü ses dosyası. İkincisi bu dosyayı güzelce oynatabilecek bir müzik çalar. Üçüncüsü ise bu sesin çıkacağı yüksek nitelikli kulaklık ya da hoparlör. Yani ses dosyası, oynatıcı ve çıkıştan herhangi birisi sıkıntılı ise netice genelde hüsranla sonuçlanır.

Fakat nitelikli ses müptelalarının sıklıkla ihmal ettikleri dördüncü nokta ise dinleyicinin kulağıdır! Eğer dinleyicide 24 bit FLAC ile 320 kbps mp3 arasında farkı ayırt edecek kulak yoksa bu üçünün mükemmel olmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Kimi zaman zaten var olması gerektiğini düşündükleri için, kimi zaman tipik odyofil kibrinden ötürü ihmal edilir bu dördüncü şart tartışmalarda.

Aynı durum sinema için de söz konusu. Sinefiller, sinema severler, bazen gerçekten öyle inandıkları için, bazense yukarıdakine benzer bir kibirle ortalama izleyiciyi ihmal ederler. Herkesin 6-7 saatlik deneysel filmlerin uzun, durağan planlarını ya da Sundance’de ödül almış yeni bağımsız filmi seyrederken zevk alması diye bir şart yoktur. Hatta sinemaya meraklı (bendeniz dahil) çokça kişinin dahi izlerken yorulduğu, zorlandığı filmleri sinemaya eğlenmek içen gidenlerin sevmesini beklemek çok safça bir davranış olur. Temel ayrım da burada. Sanat filmlerinin eğlence amaçlı yapılmadığını sıklıkla unutuyoruz.

Sinemacı taş mı yesin?

Peki Recep İvedik’in esasen sinema sektörüne faydalı olduğunu iddia etsek, abartmış olur muyuz? Sanmam.

Çok satan kitaplar yazan bir abimiz favori kitabımı sormuştu. Nispeten az satan bir kitabını daha çok beğendiğimi söylemiştim. O kitabın reklamı diğerleri kadar çok yapılmamıştı, muhtemelen bunun da etkisi olmuştur. Ayrıca kendine has tarzından farklı bir çalışmaydı. Çok satanları işaret edip -mealen- “Bunlar olmadan bu az satanları yazmam mümkün değil. Çok satanlarla geçimimizi sağlıyoruz” deyivermişti.

Sinema işletmecileri için de durum farksız. Geçimini bu sektörden sağlayanların Recep İvedik 5 duyurulunca nasıl mutlu olduklarını tahmin edebiliyorum. Düzenli film seyreden kitle sinemaya küserken işletmeciler yeni bir izleyici grubu elde ediyor bu filmlerle. Pahalı bilet fiyatlarına ek olarak 45-50 dakikayı bulan reklamlardan bıkan seyirci daha geç izleme pahasına sinemaya gitmekten imtina ediyor. Buna bir de yasal ya da yasadışı yollarla filmlere erişmenin eskiye nazaran kolaylaşmasını da ekleyebilirsiniz.

Yazının başında bahsettiğim sinema salonu boş geçen seansları finanse edebilmek için düzenli olarak partiler organize ediyor. Yanı sıra bar, kafe işleterek yine çarkları döndürmeye çalışıyorlar. Hatta bir dönem üniversitenin ders salonu sıkıntısı baş gösterince sabahları, sinemanın boş olduğu saatlerde salonlarını üniversiteye kiraya vermişlerdi.

Sadece sinema işletmecileri değil, oyuncular başta olmak üzere sektörün tamamına çok izlenen filmlerin katkısı yadsınamaz. Fırat Tanış’ın twitter hesabında paylaştığı bir tüvitte, Recep İvedik 5 yüzünden Scorsese’nin son filminin gösterilecek salon bulamadığı haberi yer alıyordu. Tanış çok yetenekli, hatta ülkedeki gerçekten iyi 10 aktör arasında ismini sayabilirim şahsen. Fakat rol aldığı bazı filmler (Olaylar Olaylar, Hep Yek, Guruldayan Kalpler, Öğrenci İşleri, Sürgün İnek, Devrimden Sonra, Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine, Yapışık Kardeşler, Geniş Aile Yapıştır, Geniş Aile 2 Her Türlü) düşünülünce Tanış’ın da aynı hikâyenin parçası olduğunu görmek mümkün. Bu filmlerle geçimini sağlıyor öyle zannediyorum ki. Aynı zamanda “Bir Zamanlar Anadolu’da” gibi yapımlarla da elinden neler geldiğini izleyiciye gösteriyor.

Mesele Recep değil, anlamadın mı?

Elbette sinemamızda üretkenlik sıkıntısı var. Anlatılacak onca hikâye var, fakat bunları perdeye yansıtacak şartlar henüz oluşmadı. Evet, Recep İvedik vasatın altında bir filmdir. Gülüp, eğlenip unutmak için vardır. Bunu da gayet iyi yapmaktadır. En azından Recep İvedik’in maksadının hasıl olduğu gişe rakamları ile ortada.

Bunlara bakıp sinemanın sıkıntılarını bir tek filme, hatta bir tek şahsa yüklemek kolaycılıktır. Hele izleyiciyi suçlamak ise düpedüz aşağılık kompleksidir. Neticede mesela Hollanda’da iyi işler yapılmasına İvedik’e rahmet okutacak New Kids serisinin tutması (Turbo, Nitro) mâni değildir. Berbat Michael Bay filmleri devasa bütçeli, çok kötü yapımlardır. Ancak ABD’de en çok izlenen filmler bunlar olsa da Hollywood hâlâ Dünya sinema pazarına hakimdir. Werner serisi animasyon filmlerin mizah kalitesi Alman mizahının bile altındadır, fakat Alman sinemasını bu filmlere bakarak ele almayız. Kore’de yapılan şahane filmlerin yanı sıra çok izlenen çok kötü filmler de vardır. Japon Sineması sadece Mizoguchi, Kurosawa, Kitano’dan ibaret değildir. Çok popüer, çok berbat yapımlar mevcuttur. Listeyi uzatmak mümkün.

Kısacası yönetmenlerin, sinema eleştirmenlerinin, oyuncuların ve dahi sinemaseverlerin artık kolaycılığa kaçmaması gerekir. Her yeni Recep İvedik filminde “geleneksel Türk Sineması’nı gömme” vazifelerini ifa etmek yerine daha iyi filmler yapmaya kafa yormalarını beklemek bir sinemasever olarak tek temennim.

Hem bakın, bendenizin favorisi Semih Kaplanoğlu’nun ha çıktı, ha çıkıyor diye epeydir beklediği Buğday filmi geliyormuş. Odaklanmak, enerjimizi sarf etmek için büyük fırsat!


Aachen, 21.02.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder