2 Şubat 2017 Perşembe

Yalan haberle mücadele mümkün müdür?

Donald Trump’ın başkan seçilmesine müteakip 35 Rus diplomatın sınır dışı edilmesini sadece Rusya-ABD ilişkileri açısından ele almak eksik olacaktır. Trump’ın çeşitli mecralarda dile getirdiği üzere göreve başladıktan sonra dış politikada çeşitli değişiklikler yapması bekleniyor. Keza Rusya da ABD’li diplomatları “persona non grata” ilan etmekte acele etmeyip Trump’ın işbaşı yapmasını bekleyeceğini ilan etmişti. Fakat tartışmaların göbeğindeki asıl mesele ise ülkemizde yeterince ilgi görmedi. Seçmenlerin sahte haberlerle yönlendirildiği iddiası ve etrafında şekillenen “yalan haber” tartışmaları, Trump’ın CNN muhabirini basın toplantısında terslemesiyle doruğa ulaştı. Yakında yapılması muhtemel anayasa değişikliği referandumu öncesi bu mesele bizi de yakından ilgilendiriyor.

Yakında seçimlerin yapılacağı Avrupa ülkelerinde telaşa neden olan yönlendirici yalan haberlerle mücadele için çeşitli yasal düzenlemeler ilgili ülkelerin meclislerinden geçti. Almanya’da sosyal ağlarda çıkacak yalan haberin kaldırılmaması halinde 500 bin avroya kadar ilgili ağa ceza verilmesi mümkün olacak. İhbar edilen yalan haber “bağımsız bir kurum” tarafından değerlendirilip haberin çıktığı ağa yirmi dört saat içerisinde kaldırılması ya da yalan olduğuna dair işaret eklenmesi zaruri hale getiriliyor. Facebook sözgelimi işaretlemenin yanı sıra ilgili haberi zaman tünelinde otomatik olarak alt sıralara iten bir algoritma hazırladığını duyurdu.

Öte yandan bu mekanizmanın yetki sınırı da tartışmaları beraberinde getiriyor. Engellenen ya da kaldırılan içeriğin doğruluğunu tespitin nasıl yapılacağı bir yana, sansüre, hatta bilinçli manipülasyona kadar çokça istismara müsait bir durum ile karşı karşıyayız. Sosyal ağların içerik kaldırma, kullanıcı engelleme ya da kullanıcı bilgilerini paylaşmada gözettiği seçicilik zaten hali hazırda sıkıntı teşkil ediyor. Türkiye’den içerik kaldırılması için başvuran birinin gördüğü muamele ABD’den başvuranınki ile aynı olmayabiliyor. Aynı durum mesela farklı devletler için de geçerli olmaya devam edecek mi veya sosyal ağlar bu kurumları ne derece muhatap alacak, bilinmez.

Hangi “yalan haber”?

Tam da bu noktada meselenin tanımlanmasındaki güçlük çözüm üretmeyi de zorlaştırıyor. Karanlıkta fil tarifi gibi bir yalan haber tanımı söz konusu. Kasıtlı biçimde yalan haber yapma (dezenformasyon), istemeden hatalı haber girme, bilinçli olarak haberin bir kısmını örterek yanlış yönlendirme (misenformasyon), eğlence amaçlı yapılan “haberler” gibi çeşitli başlıklarda değerlendirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla “yalan haber” denildiğine neye işaret ettiği kişiden kişiye değişebiliyor. Trump için CNN yalan haber olurken, meşhur komplo teorisyeni Alex Jones’a göre ise ülkesinin en meşhur gazeteleri New York Times ve Washington Post ilk sırada yer alıyor. Yine ABD özelinde ele alırsak eğer demokrat bir seçmen için Fox News “yalan haber” kaynağı olarak görülebilir.

Ana akım yayın organlarında çıkan yalan haberlerin geçmişi yüzlerce yıl öncesine uzanıyor. En meşhuru hiç kuşkusuz iki yayın devi Hearst ve Pulitzer’in 1898’de ABD’yi İspanya ile savaşmaya sürükleyen sansasyonel haber zinciri. Bu dezenformasyondan istifade edip ülkesinin “gücünü test etmek” isteyen Roosevelt, belki de tarihin en anlamsız savaşlarından birine sokmuştu ülkesini.

Propagandanın yalan haber üretiminde yeri

Savaş söz konusu olduğunda ABD medyasının sicili hiç de temiz değildir. Hearst ve Pulitzer’in başlattığı bu geleneğin izi bugüne kadar sürülebilir. Birinci Körfez Savaşı öncesinde, savaşı meşru kılmak için petrol içinde yüzen karabatak videoları servis edilmişti. Başka dönemde, başka bir yerde çekilen bu görüntüler ile propaganda yapılmıştı. Yine aynı dönemde, sonradan Kuveyt’in ABD büyükelçisinin kızı olduğu ortaya çıkan Nayirah’ın ifadesini hatırlayalım. 15 yaşındaki Nayirah, Kuveyt’te Irak askerlerinin bebekleri kuvözlerden alıp yere attığı da dahil olmak üzere İnsan Hakları Komisyonu’nda çeşitli iddialarda bulunmuş, bunlardan işgal için propaganda malzemesi olarak istifade edilmişti. 1990’da vuku bulan propaganda 2003’te de yine devam etmiş, kitle imha silahları yalanı ile Irak’ın ikinci defa işgaline zemin hazırlanmıştı.

Burada basının sadece “medyum”, yani ortada olan, aracı, medya görevi üstlendiği iddia edilebilir, fakat haberin doğruluğunu teyit etmeden aktarmak propagandayı yaymaktan başka bir şey değildir. Savaş dönemlerinde sıkça görülen bu tipte propagandaların yeri, amacı ve uygulanış biçimi diğer zamanlara göre daha kapsamlı, fakat daha basit ve barizdir.

Modern “yalancı çoban”

Haber kaynağı ile tüketici arasında güven tesis edilmesi yalan haberlerle mücadele için bir usul olarak görülebilir, ancak bu tipte bir ilişkinin tesisine mani çokça sebep sayılabilir. İlgili medya kuruluşunun angajmanları, siyasi duruşu, mensup olduğu şirketler ya da yayın grubunun çıkarları, ülkelerindeki hükümetlerle, sermaye gruplarıyla ilişki biçimleri ve daha başka bir çok nedenden ötürü her tüketicide aynı şekilde güven tesis etmesi mümkün değildir.

Eğer tam da bu çıkarlarla çatıştığı için tüketiciyi yanlış bilgilendirme vaki olmuşsa mevzu tam bir yalancı çoban hikayesine evrilir ki “sürüyü kurt kapana” kadar kimsenin itibar etmemesi beklenir. Klasik hikayede tecessüm eden bu hal, modern “yalancı çoban” hikayesinde ne yazık ki geçerli değildir, zira haberi üreten kadar tüketenin de Dünya görüşü tüketimde devamlılığı belirleyici en mühim etmendir. Defalarca bile isteye yalan haber yaptığı kanıtlanan haber kaynaklarına gösterilen itibarın izahı başka türlü mümkün görünmüyor. Öyle ki; defalarca yalan haberlere inandığı için yazıları düzeltilmek zorunda kalan, Batı’nın yaşayan en büyük düşünürleri arasında zikredilen Zizek dahi Türkiye’nin resmen DAEŞ’i ülke olarak tanıdığını iddia edebiliyor. Muhtemelen aynı kaynaklardan beslenmeye devam ediyor Zizek, bu konuda ne kadar çuvallamış olsa da.

“Seyirci bunu istiyor!”

Haberlerin sansasyonel, eğlenceli, çarpıcı, merak uyandırıcı şekilde olması tüketiciyi daha çok tüketmeye, daha çok paylaşmaya itiyor. “Sarı gazetecilik” ya da “bulvar gazeteciliği” diye tabir edilen bu usulü tatbik edilip üstüne bir de yalan içerikle sunulursa ne olur?

ABD’de tam da bunu meslek haline getiren “Disinfo Media”nın da kurucusu Justin Collar, internette -bizde de benzerleri olan- mizah amaçlı yalan haberler yayınlayan bir site kuruyor başta. Sitenin başarısına müteakip içerik olarak yalan, form olaraksa epeyce ciddi başkaca siteler kuruyor. Bu siteleri başta eğlence amaçlı kuran Collar, bilhassa son seçim döneminde reklam gelirleri ile muazzam kâr elde ettiğini gizlemediği NPR haberinde sırf bu “haberleri” yazması için 20-25 civarında kişiyi istihdam ettiğini itiraf ediyor. Colorado’da devletin ihtiyaç sahiplerine dağıttığı yemek fişleri ile esrar alındığından tutun (bu haber FOX News’de dahi yayınlanmıştı) Clinton’ın e-posta skandalını ifşa eden FBI ajanının evinde ölü bulunduğuna kadar Demokratlar aleyhinde çokça yalan habere imza atmış Collar’ın siteleri. İşin ilginci, perde gerisinde kalmayı seven Collar aslında bir Demokratik Parti üyesi. Collar bu tipte yalan haberleri bilinçli olarak yapıp, akabinde haberin aslını servis ederek haberi gerçek zanneden Cumhuriyetçi seçmen ile dalga geçmeyi, bu şekilde kredibilitelerini düşürmeyi amaçladığını söylüyor. Fakat sanılanın aksine yapılan yalan haberlerin etkisi ABD sınırlarını kolaylıkla aşarken doğrusunu ulaştırmak, mevcut yalanı ortadan kaldırmak kadar kolay olmuyor.

Collar’ın röportajında Trump’ın başkan seçilmesiyle, insanların duymak isteyeceği şeyleri söyleyerek para kazanmanın kolaylaştığına işaret etmesi belki de en çarpıcı nokta idi. Bu tipte içeriklerin hızlıca yayılmasında sosyal ağların payı yadsınamaz. PEW araştırmasına göre ABD’de seçmenlerin yaklaşık %66’sı haber kaynakları arasında Facebook’u zikrediyor. Almanya’nın sosyal ağlara mezkur yaptırımları uygulamasında bir gerekçe de bu ağların erişiminin yer yer geleneksel medyadan daha kapsamlı olması muhtemeldir. Sorumluyu tespit geleneksel medyada ne kadar kolaysa sosyal medyada o kadar zordur.

Yarım bilgi iktidardan eder mi?

İnsanın bilgiyle temas biçimi yıllar içinde çeşitli değişikliklere uğradı. Eskiden okuma bilmemek bilgiye ulaşma önünde en büyük engeldi. Bu büyük ölçüde aşıldı. Sonrasında bilginin yayılmasının hızı arttıkça teyit etmek güçleştiği gibi enformasyona boğulan insanın doğru olanı seçmesi yorucu bir iş haline geldi. Hızlıca tüketmek, derinliğe olan “ihtiyacı” azalttı. Eldeki imkanların arzu edildiğine, istenilen mesele hakkında ayrıntılı araştırma yapabileceği hissi sunması tüketiciyi fazlasıyla rahatlatıyor sanırım.

Nieztsche, yarım yamalak, yüzeysel bilginin derinlikli bilgiye karşı sürekli galebe çalacağını iddia eder, zira yüzeysel bilgi olayları, varlığı olduğundan daha basit haliyle tanır. Dolayısıyla oluşturduğu fikir daha anlaşılır, daha ikna edicidir. Bulvar gazeteciliğinin, yalan haberlerin başarısı bu iddiayı teyit eder niteliktedir. Yarım doktorun candan etmesi misali yarım bilgi de iktidardan edecek midir Avrupalı siyasileri, yakında göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder