Sırrı Süreyya Önder'in ben de dahil birçoklarını ters köşeye yatırdığını kabul ediyorum. Özellikle de sosyalist bir kişiliğin mahallede ziyadesizle “kürt faşisti” addedilen bir parti bünyesine katılması son darbe olmuştur.
Önder hayatını İslam'ı referans alarak yaşamadığını dile getirmiştir. Haliyle onun kabul görülen manada “ihtida” etmesini ümit etmekte sakınca nedir, bilemiyorum. Ahmet Altan bir camiiye girdiği vakit hissettiği huzurun yanında, orada kendisini görenlerin duyduğu memnuniyetten bahsetmiş, kendilerine hiçbir fayda getirmeyeceği halde ateist bilinen birisinin ihtida ettiğini zannetmekle memnun olmaları karşısında duyduğu saygıyı dile getirmiştir.
Mühtediler sevilir. Yalan da söylese, hakikâten iman da etse sevilir. Hz. Ömer'in (r.a.) -mealen- “Bizi Allah ile kandıranlara dahi bile isteye kanarız.” demesi ve Müslüman olmayıp öyleymiş gibi yapan köleleri azad etmesi gibidir.
Yahut Mevlana'ya, “Şems'i Şam'da gördüm.” yalanını söyleyene kaftanınını hediye etmesi üzerine, birisinin “O adam sana yalan söyledi. Ne Şam'a gitti, ne Şems'i gördü.” demesine mukabil Mevlana Hazretleri'nin “Ben onun yalanına kaftanımı verdim. Hakikât olsa idi canımı verirdim.” demesindedir.
İhtida edilmesi ümidi bile insanları mutlu eder, karşılık beklemeksizin. Bir yalana dahi “tav olan” bizler, hakikaten böyle bir ihtimalin varlığına neden sevinmeyelim? Hem de gözümüzün önünde İsmet Özel dururken, “Neden olmasın?” demek çok mu uçuk olacaktır?
Rahmetli Yücel Çakmaklı'nın “Kuruluş” dizisinde bir sahnede erken çiçek açan ağaca ahmak deyiveren birisine, bir diğeri “Bu ağaç bahar müjdecisidir. Müjdeciler sevilir.” şeklindeki mukabelesini hatırlatmalı. “Müjde ümidi”nin de mi kıymeti yoktur?
Mahut yazıda Güven, Sırrı Süreyya Önder ile ortak özelliklerinin “vicdanın sesini kılavuz edinerek konuşmak” ve “ muhatabına merhametle muamele etmek” olduğunu belirtiyor. Arkasından ise Dücane Cündioğlu'nun hiç mi hiç manasını kavrayamadığı sözleri üzerine, Cündioğlu'nu “beyni sulanmış, İslamcı soslu filozof bozuntusu” olarak nitelendiriyor.
Cündioğlu, herkesin okuyabileceğini düşünmeden söylemiştir bu sözleri ve hatalıdır. Kendisinin “Tasavvuf kitaplarının neşri irşad değil ifsaddır.” sözünü unuttuğunu varsayıyorum, zira bu sözün manası bizatihi Güven'in takıldığı ifadelerle alakalıdır. Fakat bu yine de “muhatabına merhametle muamele etmek” midir, bilemiyorum. Linç edilerek katledilen Kaddafi'ye hakkını teslim eden birisinin Cündioğlu'nu bu kadar acımasızca eleştirmesini anlamak mümkün değil.
Bir başka “merhamet” örneğini yine aynı yazıda “Kafa Dengi” programına gösteriyor Güven ve aynen şunları söylüyor:
“ (...) İslâmî görünümlü sağcı-partizan televizyonların ekrana çıkartacak ağzı laf yapabilen “kafa dengi” adamlar bulabilmek için çırpındığı, bulunca da konuk etmek için birbirlerini ezdikleri bir mahallede, ”
Güven'in İslamî hassasiyetlerle yapılmış samimi işlerin arkasında durduğunu, yer yer ilkokul müsameresi nahifliğindeki“Hür Adam” ve hatta “Nev York'da Beş Minare” filmlerinde görmüştük. Filmlere açıkça destek isteyen Güven'in Kafa Dengi'ni bu denli yermesini izahta güçlük çekiyorum, zira “kitsch” olması ise sıkıntı, Kafa Dengi'nin bu filmlerin hiçbirisinin yanına bu hususta yaklaşamayacağını belirtmeliyim. Çöplüğe dönmüş TV dünyasında çöp olmayan, fakat çöplükte olması hasebiyle -doğal olarak- çöp kokan bir yapımı “çöptür” diye nitelemek büyük haksızlık olacaktır.
Bir başka soru ise; bu ve benzeri samimi çabaları harcayan Güven'in ilginç bir şekilde Zekeriya Beyaz'ın da arz-ı endam ettiği ve ilginçtir, program boyunca en aklı başında konuşan kişi olduğu (varın gerisini siz düşünün) ,bir bölümünü izlediğim, “Ömer Çelakıl ile Hayatın Şifreleri” isimli absürt “islami soslu” programa danışman olmasını hangi tutarlılıkla(!) ele alacağız?
Yazıdaki gariplikler bunlarla da bitmiyor. Mahsun Kırmızıgül'ün iyi niyetli çekildiği belli, ancak epey kötü filmi “Nev York'da Beş Minare” övgüsüne rağmen “Kaplumbağalar da Uçar” ya da “Sarhoş Atlar Zamanı” gibi filmlerin yönetmeni Ghobadi'yi yerden yere vuruyor: “(...)uzun yıllardır batıda yaşayan, bu arada İran’a ve rejimine yoğun bir nefret besleyen Kürt asıllı İranlı yönetmen Bahman Ghobadî’ye bayılanlar da (bizleriz)…” Kürtlere zulmeden İran'ı eleştirmek yerine Ghobadi'yi eleştirmek hakkaniyete sığar mı?
Evet, yenildik. Yenilgiye vakar ile değil gurur ile mukabele ettik ve ikinci kez yenildik. Kazandığımızı sandığımız her zafer sonrası ise tevbe etmeyi bilemedik. Bunların temelinde her darbe (ya da Cündioğlu'nun kullandığı şekliyle “sadme”) sonrası üstünlük iddiasında olan bizler, içinde bulunduğumuz son buhranda, neden üstün olduğumuzu bilmeden üstünlük iddiasında bulunduk.
Her davayı ve her dava adamı sandığımızı “eğilip bükülmez, asla karşılaştığı fikirlerden etkilenmez” sanma hatasına düştük. Bu hem diyalektiğe, hem de fiziğe aykırıydı. Bilinçsizce idealize edilmiş davalar ve dava adamları hayal kırıklığımızı pekiştirdi.
Tüm bunların oluşmasında genç nesil tek suçlu mudur? “Bütün bu sefil manzara da İslâmî kesimi, evindeki ahlâkçı baskıdan bunalmış, karşısına çıkan ilk tatlı dilli sevgiliyle bohçasını toplayıp kaçan oynak bir kenar mahalle kızına benzetiyor.” ise eğer, İslami kesim bu “bunalım”a sürüklenirken siz nerede idiniz?
Kafa Dengi'ni hor görüp Beş Minare'ye hayran olurken, Önder'e lütuf ettiğiniz yapıcı eleştirilerinizden -sözgelimi- Cündioğlu'nu neden mahrum ettiniz?
Güven'in yazısı: (http://www.on5yirmi5.com/genc/yazar/ali-murat-guven/sirri-sureyya-onder-hep-ayni-yerdeydi.i36217.html)