11 Temmuz 2015 Cumartesi

Diktatör olsa duramazdın.

Gülen medyası sıklıkla otoriterlik vurgusu yapar, malumunuz genelde de “su kaçırır”. Demokrasinin yılmaz bekçileri nezdinde elbette otoriterliğe yer yoktur. Bakmayınız Gülen’in yarım ağız eleştirilmesine bile tahammül edemediklerine, -Ali Ünal gibi kelime oyunları yaparak- “Gülen masundur!”  demelerine. Hatırlayınız, beddua da önce mübahele, sonra mülaane, sonra ahitleşme oluvermişti. Hülasa, pek sever kavramların içini boşaltmayı Gülen medyası.

Hayıf ki işte arşiv diye bir baş belası vardır. Kendi ayaklarını kurşunladıklarından mütevellit epeyce temizleseler de arşivleri hâlâ cephane yüklüdür. Demokrasi aşığı, otoriter her türlü rejime başkaldıran(!) Gülen medyası daha evvel nasıl da destan yazmış oysa… Zaman arşivine paket turlar düzenlemek suretiyle epeyce keyifli, mizah kalitesi Püff’ten kat be kat yüksek çalışmalara rastlamak mümkündür. Nazarbayev’in biyografisini basmanın, Aliyev ile çekilen fotoğrafları arabaya asmanın ötesini kastediyorum: Gülen medyasının Saparmurat Niyazov alakasını. Niyazov, ya da bilinen adıyla Türkmenbaşı!

21 Mart 2006 tarihinde Zaman Gazetesi’nde, “Türkmenbaşına kültür ve barış adamı ödülü” başlıklı haberde, Gülen Cemaati kurumlarından GYV tarafından Türkmenbaşı’na Tüm Zamanlar Devlet, Kültür ve Barış Adamı Ödülü“ tevdi edildiğini öğreniyoruz. Adı tuhaf bu ödülün veriliş amacını tahmin etmek pek de güç değildir. Törende tabii demokrasi neferi Bülent Keneş’in de hazır bulunduğunu öğreniyoruz bu vesileyle.

Bir başka yazı ise vefatından sonra, 22 Aralık 2006 tarihinde, yine Zaman Gazetesi’nde yayınlanmış. İsmail Kılınç ve Cemil Yıldız imzalı haberin başlığı: “Türk dostuydu; geride, kalkınan bir Türkmenistan bıraktı.” Haberde cemaat okullarına alakası vurgulanmış Türkmenbaşı’nın. Doğalgaza dayalı ekonomik başarıları da epeyce parlatılmış. Bir “düşünür, filozof ve şair” olarak anmışlar.

23 Aralık 2006 tarihli Zaman Gazetesi’nde, “Türkmenbaşı ve Türkmenistan’ın Dönüşü” başlıklı, Dr. Selim Hancıoğlu’nun kaleme aldığı, yorum bölümünde yayınlanan makalede, Batı’nın Türkmenbaşı’na yönelik eleştirilerinin ne kadar adaletsiz olduğu vurgulanmış. “Bölge şartlarına göre hakkı teslim etmek” gerektiği, Batılı devletlerin yüzlerce yıllık süreçler neticesinde geçirdikleri dönüşümü Türkmenistan’dan birkaç yılda gerçekleştirmesini beklemenin haksızlığına değinilmiş. Tabii Türkmenbaşı’nın ay ve yer isimlerini değiştirmesi, heykellerini diktirmesi, resimlerini astırması, hatta ismini Niyazov’dan Türkmenbaşı’na dönüştürmesi gibi tuhaflıkların da yine bu bağlamda mazur görülmesi gerektiği tuhaf biçimde savunulmuş. Bölgesel şartlara sıkça atıf yapılan makalede Ruhname’nin bu dönüşüme katkısını Dr. Hancıoğlu çarpıcı biçimde dile getirmiş:

“Ruhnâme adlı eserini camilerde ve okullarda okutarak Türkmen millî kimliğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Elbette ki burada Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemindeki bazı uygulama ve değişimlerden de yararlanmıştır.

1991 yılında bağımsızlığını kazanan Türkmenistan'ı, gelişmiş demokrasilerin ölçütleriyle yargılama mahiyetindeki yazılarla, bazı köşe yazarlarının, Batı basını ve yayın organlarının tercümeleri mahiyetindeki değerlendirmeleri, işte bu yönden bilimsellik ve nesnellikten uzaktır. Bir halkın yetmiş küsur yıl karanlıkta kalan tarihini ve değerlerini yeniden hatırlatıp yeni nesilleri bir ülke, toprak ve kültür birliğiyle geleceğe taşımak, ancak milletin hassasiyetleri ve dokusuna göre şekillenmiş bir siyasî kültür geliştirmekle mümkündür. Ruhname'yi inceleyenler, onun Osmanlı geleneğinde benzerlerine çok sıklıkla rastlanan bir ahlâk kitabı, bir nasihatname olduğunu göreceklerdir. Bir milletin kendi varlığını kavramasını, kendine güvenini ve vesayetten kurtulmasını, "Aziz Türkmen! Kendine hükümdar ol, kendine emrini dinletebilirsen, her işin üstesinden gelebilirsin." (Ruhname, Aşgabat, 2001, s.25) ifadeleriyle belirten Türkmenbaşı, eserinde Sovyet döneminin Türkmen halkına yaşattığı acıları da uzun uzun anlatır.”

Türkmenbaşı’nın cemaat okullarıyla alakası üzerinden hayırla yâd edilmesi ilginçtir, zira Demirel’i de vefatından sonra sadece ve sadece cemaatlerinin okullarına gösterdiği alaka üzerinden değerlendirmişlerdi.

25 Aralık 2006 tarihli, “Türkmenbaşı’nın demir yumruğu” isimli köşe yazısında bir başka büyük demokrasi savaşçısı Kerim Balcı da Türkmenbaşı’nı müdafaa etmiş, “Türkmenbaşı'nın demir gibi bir iradesi olduğu, koyduğu yasaların uygulanmasında esnekliğe asla yer vermediği doğrudur. Kendi ismi ve Ruhname öğretisi çevresinde bir kültür oluşturmaya çalıştığı da. Peki ya buna ihtiyaç vardıysa? (…) Demir yumruk yönetimi hoş değil, ama yumruğun hangi şartlarda ve hangi amaçlarla vurulduğundan bağımsız bir yorumlama, onu hak ettiğinden daha şeytani göstermez mi?“ diye de sormadan edememiş.

13 Ocak 2003’de, Aksiyon Dergisi’nde, Ahmet Dinç imzalı “Türkmen’e ruh veren kitap” isimli makalede de Ruhname’nin yüceliği anlatılmış. Ne denli büyük bir eser olduğuna vurgu yapılmış.

Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Peki, bu büyük önder, bilge devlet adamı, filozof, şair ve dahi düşünür Türkmenbaşı vefat ettiğinde cenazesinin kaldırıldığı Ruhi Mescidi’nden neden bahsedilmemiştir? Mescidin duvarlarında bu ulu zatın, büyük kitabı Ruhname’nin kısımları yazılıdır. Acep bundan mıdır?

AA’nın bir haberine göre Türkmenbaşı’nın üç kez okuyanı cennetle müjdelediği bu ulvi eserinden başkaca kimler istifade etmiştir? Yine cemaatin eskiden pek övdüğü, şimdi yerden yere vurduğu Ahmet Çalık, Siemens, DaimlerChrysler, Caterpillar, Zeppelin, John Deere, Bouygues, Polimeks (bkz. Shadow of the Holy Book (2007)” belgeseli)…

Başka? Mesela istifa konuşmasında Erdoğan’ı “sultan” olarak niteleyen, şu sıralar mütemadiyen “karun” vurgusu yapan, Ruhname’yi tercüme ettiği için Türkmenistan kültür hizmeti ödülü alan Muhammet Çetin’i de bu listeye eklemeli.

Türkmenbaşı’na bu kadar iyi niyetli yaklaşan Gülen Cemaati’nin Erdoğan’a her gün “diktatör, tiran, Yezid” diye bağırması acep nedendir? Ya da mesela Gezi kalkışması esnasında Erdoğan’a “diktatör” deyiveren Zaman’ın Kahire temsilcisi Cumali Önal, “abilerinin” Sisi’yi ziyareti sonrası da “diktatör Sisi” demiş midir?  

Kendi kurumlarına zarar geleceğini bildikleri gerçek diktatörler karşısında kuzu kesilen bu medyanın Erdoğan’a efelenmesine kanmamalıdır. Ne kadar cesur olduklarını görmek için Türkmenistan’a bakmak yeterlidir.

Yani gözüm; diktatör değildir o, cumhurbaşkanıdır. Diktatör olsa duramazdın.

12.07.2015, Aachen.