13 Şubat 2020 Perşembe

Kan gurubu, anemi, beslenme ve bir garip iddia – Aidin Salih, Bölüm 1

Sade Hayat diyorlar kendilerine. Önerileri zararlı şeylerden uzak durmak, sade bir hayat yaşamak, beslenmeye dikkat etmek. Merhume Aidin Salih hanımın öncülüğünde kurulmuş. Buraya kadar bir sıkıntı yok, aksine pek güzel görünüyor.

Çevremde çokça bu “alternatif tıp” usulleri konuşulduğu için bu hanımın ismini duymuş, fakat önemsememiştim. Lacivert’in son sayısında (Şubat 2020) bir söyleşide bahsi geçince merak edip inceledim. Söyleşinin kendisi başlı başına sıkıntı, ama şimdilik geçelim.

Salih’in “Gerçek Tıp” isimli kitabını bulup göz attım akabinde. Kitabı da parça parça inceleyip, anladığım, kafamın yatmadığı kısımları buradan paylaşmayı düşünüyorum. Kitap temelde yeni bir tıp anlayışı, yeme içme ve dahi yaşam biçimi teklif ediyor. İlaçlardan tedavi usullerine, nanoteknolojiden RFID’ye kadar birçok başlık, mevzu var. Beslenme boyutunda ise neredeyse her adımda kan guruplarına işaret edilmiş.

İlk yazının konusu da dolayısıyla kan gurubu ve beslenme ilişkisi olacak, zira Salih’in beslenme hususundaki iddialarının temeli bu ve sorunlar burada başlıyor.

Kan gurubuyla beslenme arasında ilişki olmadığına dair tıbbi birçok makale mevcut. İlgilisi açıp okuyabilir. Şurada iki özet var. (WebMD ve Harvard)

Aidin Salih’e dönersek… Vaktiyle Sıra Dışı programına konuk olmuş. Kan gurubu ile beslenme arasında kurduğu ilişkiye burada da değiniyor. Videonun tamamını ilgilisi izleyebilir. Yazıyı daha da uzatmamak için 8:22 ile 13:00 dakikaları arasındaki iddiaya dikkat çekmek istiyorum. Yoksa aslında çok “malzeme” var. Hepsini tek tek ele almak imkânsız.

Kan gurubu A olanlar (onu da saf A, yani AA ile A0 olarak ayırıyor) kırmızı et yememeli diyor. “İstatistiklere” göre Yahudiler, Türkler ve Ermeniler arasında anemi oranı %40 imiş ve yine “istatistiklere” göre bu milletlerin kan gurubu ekseriyetle A gurubuymuş. Kuran’da, Hz. Musa (as) ve kavmine manna (helva benzeri bir yiyecek) ile selva (bıldırcın eti) verildiği, dolayısıyla kavminin kan gurubunun A olduğunu iddia ediyor! Bununla kalmıyor, “mecburi A” diyor. Kan gurupları A olduğu için Allah onlara bu gıdaları yollamıştır yahut da bu gıdalarla beslendikleri için A olmuştur deyiveriyor!

Kitabının (Gerçek Tıp) 16. Sayfasında “Önce yemek, sonra meyve veya tatlı yenirse, meyve veya tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır veya çürür ve gaz oluşturur. Kuran-ı Kerim’de bu tertibe riayet edilmiş “… beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar” (Vakı’a 20, 21) buyurularak et meyveden sonra takdim edilmiştir. Yine: “Ve size manna ve selva indirdik” (Bakara 57). Burada da helva yani karbonhidrat (manna), bıldırcından yani proteinden (selva) önce gelir.” yazıyor!

Kan gurubu kısmına dönelim yine. Meselenin ilahiyatı ilgilendiren kısmı son derece çarpık göründü bendenize, fakat ehline bırakmayı yeğliyorum. İstatistik kısmına gelirsek… İddia üç kısımdan oluşuyor:

1-İsrail, Türkiye ve Ermenistan’da anemi oranları %40 “istatistiklere göre”.

2-Bu ülkenin insanlarının kan gurupları ekseriyetle A.

3-Bu ülke insanları A gurubu kan sahibi oldukları halde çok kırmızı et tüketiyorlar, hazımları bozuk olduğu için kan üretilmiyor, anemi oluyorlar.

Kan gurubuyla beslenme arasında ilişkiye dair kabul edilir bir çalışma yok, aksine, bu ikisi arasında bir ilişkinin olmadığına dair epeyce bilimsel literatür mevcut demiştik. Öte yandan iki şeyin eş zamanlı zuhuru birinin, diğerinin müsebbibi olduğu manasına da gelmez.

Buna rağmen, Salih’in (ve birçok başkaca ismin) iddiasının temellerinden birisi olan kan gurubu ile beslenme ve hastalıklar arasındaki ilişkiye dair şu iddiası üzerinden tek tek gidelim:

1-) Anemi konusunda istatistiklerini nereden aldığını bilmiyorum. Tek derli toplu bulabildiğim kaynak olan Dünya Sağlık Örgütü verilerine bakacağız. Türkiye için çeşitli yaş aralıklarında veriler değişiyor. 19-41 arası kadınlarda %40,1 görülüyor. Diğer guruplarda anemi oranı %20-25,7 arasında değişiyor. Ermenistan’da ise oranlar bölgeye ve yaş guruplarına göre %22,5-43,6 arasında değişiyor. İsrail’de %11,6- 31,6 arasında seyrediyor. Yani iddia edildiği gibi bir oran verinin bütününde mevcut değil. Öte yandan çok değişik anemi türleri mevcut. Yanlış anlamadıysam belirti aynı (yani hemoglobin oranı düşük) ancak sebep farklı. Verilerde sadece hemoglobin oranı mevcut.

2-) Peki kan guruplarının nüfusta oranı hangi düzeyde? Buna dair bir istatistik bulmak görece daha zor, zira tek bir veri tabanı değil çeşitli veri tabanlarından derleme mevcut. Wikipedia’daki derlemede yer alan kök bağlantılar incelenirse bir kısım verinin güncel olmadığı görülecektir. Başka veri de olmadığı için mecbur eldekilerle gideceğiz. Videoda Salih, A+ ile A- arasında bir ayrım yapmadığı için bütüne bakalım. Türkiye’de A gurubu %42,5 (A+ 37,8 ve A- 4,7), Ermenistan’da %50 (A+ 46,3 ve A- 3,7) ve İsrail’de ise %38 (A+ 34 ve A- 4). Yani Salih’in, bu milletlerde çoğunluğun kan gurubunun A olduğu (salt çoğunluk değil, diğer guruplara göre) iddiası doğru.

3-) Kırmızı et tüketim verilerine bakalım. Türkiye ve İsrail için direkt kırmızı eti tespit mümkün.


Ermenistan ise ne yazık ki sadece toplam veride görülebiliyor.

Görüleceği üzere İsrail’de oranlar çok yüksekken Türkiye ve Ermenistan’da pek düşük. Ermenistan’da A gurubu kan daha yaygın, et tüketimi daha düşük, ancak İsrail’e oranla anemi oranı çok daha yüksek.

Bu kıyası aşağıda listelenen ülkelerin kan gurubu oranı ve ilk grafikteki kırmızı et tüketimi ile birlikte şu bağlantıda tek tek her ülkenin anemi istatistiği ile kıyaslayabilirsiniz. Sözgelimi Arjantin’de kan gurubu A olanların oranı yüksek. Dünyada açık ara en çok kırmızı et tüketen ülke. Merkez Buenos Aires’te anemi oranı sadece %16,1. Az gelişmiş, dolayısıyla az et tüketilen Chaco bölgesindeyse aksine oranlar çok daha yüksek. Çocuklar arasında %60’ları buluyor! Keza diğer kırsal kesimler de aynı dertten mustarip.

A kan gurubu oranı ve et tüketimi yine çok yüksek olan Danimarka’da anemi oranları çok düşük. Örnekler çoğaltılabilir.

Kan gurubuyla beslenme arasında, dolayısıyla beslenme ile anemi arasında bir ilişki görüldüğü gibi yok. İlişkinin olmasının veya olmamasının birçok değişik sebebi olabilir ki normali de bunları tek tek inceleyip bir kanıya varmaktır. Salih’in iddiası böyle bir ilişkinin varlığı, hatta -haşa- Kelamullah’ta işaret edildiği olduğundan buradan ilerledik.

Öte yandan kan gurubu ile anemi ilişkisi hakkında ABD, İran, Hindistan ve Kamerun’da çeşitli araştırmalar mevcut. Fakat bunlarda da görüleceği üzere ilişki daha ziyade kadın-erkek veya kan gurubu 0 olanlar ve olmayanlar şeklinde tasnif ediliyor.

Yani yeknesak bir veri mevcut değil bu iddiayı destekleyecek. Dolayısıyla iddia tutarsız, temelsiz. Eğer Salih’in takipçileri, müntesipleri başka verilere, kaynaklara dayanıyorsa iddialarını ispat edecek bu verileri göstermelerini rica ediyorum. Tıp eğitimi almadığım için bir maddi hata varsa ehlinin düzeltmesinden memnuniyet duyarım.

Yanlış anlaşılmasın. Tüm iddiaları yalan, yanlış, tutarsız, faydasız değil. Tekil faydaları da olmuş olabilir. (Tabi işin plasebo boyutunu da mutlaka ele almalı.) Fakat kurduğu sebep sonuç ilişkisi, temel aldığı verilerin sıhhati, tekil hadiselerden genel geçer yargılara varması, kadim olanla (Kuranı Kerim) değişken olanı (tıp veya genel anlamda bilim) izah usulü hatalıdır, yanlıştır. Bilhassa usul konusuna bilahare, merhum Ahmet Yüksel Özemre’den alıntılarla açmaya inşallah devam edeceğiz.

(Yazının ikinci kısmı Salih’in “Gerçek Tıp” kitabından alıntılar üzerinden gidecek.)

Aachen, 14.02.2020

20 Ocak 2020 Pazartesi

Bir eleştirel düşünce eleştirisi

Başka ülkelerle bizi kıyaslayan sıralamaları seviyoruz. Müspet sıralamalar genelde kuşkuyla, menfi sıralamalar ise coşkuyla karşılanıyor. Ne kadar yergi varsa tuhaf biçimde o kadar alaka görüyor.

Son mevzumuz Spectator Index isimli twitter hesabının şu paylaşımı:

https://twitter.com/spectatorindex/status/1218910987232907264?s=19



Ünlü gurme Vedat Milor da alıntılayıp şu yorumla paylaştı:

https://twitter.com/vedatmilor/status/1218927360461955078?s=19

Eleştirel düşünce ya mevzu... Vedat Bey gibi okumuş, görmüş, geçirmiş birinden eleştirel yaklaşmasını, bu sıralamadaki tuhaflığı eleştirmesini bekliyor insan. Hiç değilse Suudi Arabistan nasıl oluyor da 27. sırada görünüyor da Türkiye 134. oluyor demeli, değil mi? Bu kadar donanımlı birisi dahi sormayınca hakikaten insan şüpheye düşüyor. Bizde gerçekten eleştirel düşünceye yer yok mu?

Eleştirel düşünceden muradın ne olduğunu tanımlamak gerek ama bu yazınını konusu bu değil. Müellifi de bunun altından kalkacak donanımda değil. Ehline bırakalım. Bu sıralamanın aslı nedir, neye dayanır, nereden elde edilmiştir, hülâsa ciddiye alınmalı mıdır, buna bakalım.

Kaynak olarak WEF ismi zikredilmiş, yani Dünya Ekonomik Forumu. Kurum her yıl ülkelerin rekabet gücünü tespit etmek için bir endeks hazırlıyor: Küresel Rekabet Endeksi. Burada çeşitli başlıklar altında toplanan verilerden hareketle her ülkenin bir diğeriyle rekabet gücü tespit ediliyor. 2019 raporunda ülkemiz 141 ülke içinde Kosta Rika’nın önünde, Güney Afrika’nın hemen arkasında 61. sırada. Geçen yıla göre hafif bir iyileşme tespit edilmiş.


Raporda çok farklı belirleyici etmenler mevcut. Her bir işaret ile tek tek ilgilenmek yerine sadece eleştirel düşünce kısmına bakalım. İnsan Kaynakları bölümünde (ki değerlendirmede hesaba dahil edilmemiş) geçiyor “eğitimde kritik düşünce” başlığı.


Peki bu veri nasıl elde edilmiş? İş adamlarına sorulmuş. “Ülkenizin eğitim tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna 1’den (ezberci, öğretmen merkezli) 7’ye (yaratıcı ve eleştirel bireysel düşünceyi teşvik edici) kadar puan vermeleri istenmiş.

Anketin ilk periyoduna Türkiye’den 80, ikincisinde ise 88 katılımcı yer almış. İkinci periyotta ilkinden katılımcı var mı, bilmiyorum.

Birçok ülkeden ortakla çalışarak bu verileri topluyor WEF. Türkiye’dense TÜSİAD Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu ile üç isim zikredilmiş: Coşkun Yağız Özyol, İzak Atiyas, Sezen Uğurlu Sum.

Şimdi, tekrar bir özetleyelim: WEF bir endeks yapıyor, eleştirel düşünce -genel sıralamanın değişmesine etkisi olmasa da- bir değişken olarak yer alıyor. Katılımcı iş adamlarına (ilk periyottakiler ikincide yer aldıysa asgari 88, almadıysa azami 168 kişi) eğitimin eleştirel düşünceye imkân sağlayıp sağlamadığı hakkında fikirleri soruluyor. Onların verdiği puana göre ülkeler sıralanıyor.

Buradaki tuhaflığa işaret etmeye normal şartlarda lüzum olmaz, ancak gördüğü itibar düşünülürse izah etmeye çalışalım.

Birincisi; eğitimin niteliği hakkında iş adamlarının şahsi fikirlerinin bir ülkenin eğitim kalitesi hakkında fikir vereceğine nasıl kanaat getirildi? Eğitim bilimi konusunda hangi yetkinliklerine binaen karar verici oldukları düşünüldü? Girişte eleştirel düşüncenin tanımlamanın bile bir mesele olduğuna değinmiştik. Sorunun muhataplarının eleştirel düşünce denince ne anladıklarıysa bahsi diğer.

İkincisi; bir ülkenin iş adamının puan verirken hangi saiklerle hareket ettiğini bilmememiz. Bu elbette sadece belli bir ajandayı takip ettikleri manasına gelmez. Fakat burada kendisi için belirlediği ölçünün ne olduğu mühim. Sadece şahsi hisleriyle, efendim ‘ben böyle düşünmüyorum’ demekle olmaz. (Alatlı’ya selam olsun)

Üçüncüsü; bir ülkede oy veren iş adamı, diğer ülkede verilen notları gözeterek, kıyaslayarak puan vermez. Hatta genelde diğer ülkelerin eğitim sistemi hakkında pek bir malumatı da olmaz. Dolayısıyla oyların tekil, sadece o ülke düşünülerek verilmesi, fakat sonucun bir diğer ülke ile kıyaslanması saçmadır.

Farz edelim bir Alman iş adamı not veriyor. Kendi ülkesindeki eğitimi beğenmiyor, ancak yine de tatmin edici buluyor. 7 üzerinden 3 veriyor. Eğitim kalitesinin görece düşük olduğu Mozambik’te bir iş adamı ise aksine eğitimden memnun ve 7 üzerinden 6 veriyor. Şimdi bu iki sonucu nasıl değerlendirmeli? Aynı nitelikte veri kabul edersek eğer Mozambik’te eğitimin Almanya’dan iyi olduğunu varsaymamız gerekir ki pek de isabetli bir tespit olmaz. Bu veri, sadece ilgili ülkelerdeki ilgili iş adamlarının şahsi memnuniyetine işaret eder. Hepsi bu. Alman iş adamı oy verirken Mozambik'teki eğitimi düşünüp, kıyaslayıp, oradaki iş adamının ne derece tatmin olduğunu hesaba katıp oy vermiyor. Keza Mozambikli iş adamı da böyle hareket ediyor.

Bu iki veriyi birbiri ile direkt kıyaslayıp eğitim niteliği üzerine yorum yapmak yanlış olur. Zaten öyle sanıyorum ki endeksi hazırlayanlar da bunu pek makul görmemiş olacaklar ki genel sıralamada bir belirteç olarak istifade etmemişler.

Peki bu bizde hiç sorun olmadığı anlamına mı geliyor? Asla! Hatta belki de bir tane tüviti, hem de bu kadar bariz biçimde akla yatkın olmamasına rağmen doğru kabul etmek, bunun üzerine düşünce üretip, çözüm inşa etmek pek de iyiye işaret etmiyor. Öte yandan bu endeksin bu hususta ciddiyetten uzak olmasına bakıp raporun bütününü görmezden gelmek yahut eleştirel düşünceye teşvik hususunda çaba göstermemek de büyük hata olur.

Yine de evvela eleştirel düşüncenin tam olarak ne olduğunu, bundan ne anladığımızı tanımlayalım derim.

Aachen, 20.01.2020


(Yok, ben sana inanmıyorum diyorsanız raporun tamamı şuradan okunabilir:
http://www3.weforum.org/docs/WEF_TheGlobalCompetitivenessReport2019.pdf)