10 Mayıs 2014 Cumartesi

Çaresizliğin çaresizliği

Toprağı bol olasıca yönetmen Akira Kurosawa’nın şahane filmi Rashomon, bir haraminin işlediği suçları anlatır. Ormanda bir adama saldırıp onu öldüren harami (Kurosawa’nın gediklisi Toshiro Mifune canlandırmıştır) ayrıca adamın yanındaki karısına da tecavüz eder. Mahkemede hem mağdur kadın, hem harami, hem de –tuhaf bir biçimde- medyum aracılığıyla öldürülen adam hadiseyi kendi bakış açılarıyla ele alarak anlatırlar. Olayları uzaktan gören bir köylünün beyanı da ayrıca dahil edilince dört farklı ağızdan aynı hikâye, fakat dört farklı biçimde aktarılır.

Burada aslında unutulan, ihmal edilen yahut da pek akla gelmeyen beşinci bir “göz” daha vardır, olayları takip eden. Beşinci kişi, o filmi izleyen seyircinin ta kendisidir. İsmail Kılıçarslan abimizin dediği gibi, bu burada bir dursun.

Türkiye’de siyaset aslında kendini büyük ölçüde tekrar ediyor. Şükür ki unutabiliyoruz, yoksa bu fasit daire içinde tımarhanelik olmamak mümkün değildir. Ne var ki bazen vuku bulan hadiseleri tekrar tekrar ele almak icap ediyor. Mümkün olduğunca farklı bakış açılarıyla ele almak gerekiyor.

Türkiye’de muhalefet çaresizliği ile ne yazık ki yüzleşmeye korkmaktadır. Mesela evde bakım ücreti ve çalışamayacak durumda engelli olduğu için devletten maaş alanların tamamının Ak Parti seçmeni olduğuna inanmıştır ortalama muhalif. Fasit daire içinde döner durur, o maaşı alan “makarnaya muhtaç” seçmenin korkusundan Erdoğan’a yöneldiğine inanır. Fakat mesela aynı kişinin, yasalarla garantilenmiş hakkının neden Ak Parti yerine gelebilecek muhtemel partinin iktidarı ile kaybedeceği korkusuna bir cevap arama zahmetine girişmez. En fazla “Ya artık makarna-kömür felan demesek mi yea?!” demekten öteye gidemez.

Kendisine hayal pazarlayan yazarları pek sever bizim sözde muhalifimiz. Sözde muhaliftir, zira muhalifliği Erdoğan düşmanlığı ile kaimdir, diğer iktidar alanlarıyla pek bir sorunu yoktur. Önümüzdeki seçimde Ak Parti iktidarının yıkılacağını müjdeleyen yazarların iddiasının altıncı kez boş çıkması önemsizdir. “Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle!..” Çaresizliğin zavallılığa dönüşümünü ise sanırım twitter’daki operasyonel hesaplara bel bağlayarak seçimlerde Ak Parti’nin çuvallayacağına inananlarda görebiliriz.

İhmal edilen, tüm bu “filmi” izleyen beşinci gözün ne gördüğüdür. Beşinci gözü ihmal ettiği, o gözün ne gördüğünü sormayı tercih etmediği için muhalefet kaybetmeye devam edecektir. Olayları kendi bakış açınızla değerlendirebilirsiniz, lâkin size oy verecek olanların ne düşündüğünü sormaya tenezzül etmezseniz Yozdil’den veya Fuat Avni’den müjde bekleyerek ömrünüzü noktalarsınız.


Aachen, 11.05.2014

13 Nisan 2014 Pazar

Almanya’da ana akım bağımsız mı?

Hamburg Rote Flora olayları, Stuttgart 21 protestoları ve Occupy Frankfurt gibi hadiseler bizde Gezi Olayları ile kıyaslanır, buradan hareketle başta olayların vuku bulduğu Almanya olmak üzere AB’nin gösterdiği (ya da daha doğru bir ifadeyle göstermediği) tepki ikiyüzlülük olarak nitelendirilir. Aksi yönde, “Gezi Ruhu” ile bu tepkilere yaslanılarak hükümete ve “yandaş” medyaya da rahatlıkla vurulabilir. Bu yüzeyselliği bir kenara bırakarak, Almanya’da basının gerçekten özgür olup olmadığını tartışmalı, buradan hareketle Türkiye’ye sallanan parmakların tutarlılığına, bunlara bel bağlayan “yüzü batıya dönük” dostlar için bir bakalım.
Occupy Frankfurt (Kaynak: Occupy Blogosphere)
Almanya'da “işler” daha karmaşık olur bize göre. Mesela Leo Kirch'i duyanınız var mı? Meşhur Pro7, Sat1, N24 gibi kanalların sahibiydi. Kirch resmi olarak iflas ettiğinde, bankalar kredi vermediğinde, Bavyera Eyalet Bankası Kirch'e kredi sağladı ve kanalları elinde tutma imkânı verdi. Kirch de karşılığında, işleri yoluna koyunca Helmut Kohl, Theo Waigel, Wolfgang Bötsch, Christian Schwarz-Schilling, Jürgen Möllemann gibi siyasetçileri "danışman" olarak işe aldı. Ne danıştığını sormayın, müthiş paralar ödedi. Sadece Kohl 3 yıl boyunca yılda 600 bin Mark maaş aldı! (Taksi şoförü Joschka Fischer nasıl REWE'de danışmanlığa geldi, Schröder'in Gazprom'da işi ne? Sorular çoğaltılabilir.)
Leo Kirch ve Helmut Kohl (Kaynak: Das Erste)

Kohl’ün nikâh şahidi de olan Kirch, CDU’nun (Hristiyan Demokrat Parti) meşhur bağış skandalında toplanan 6 milyon Mark’ın 1 milyonunu ödemiştir. Ayrıca CDU çizgisinden ayrılmadan ölene kadar yayın yaptırdı. 2011'de vefat ettiğinde Kohl “Gerçek bir dostu kaybettim.” deyivermişti.

Keza, Axel Springer Yayın Grubu (Bild, Welt vs.) da yine CDU/CSU çizgisinden çıkmaz. Grubun kurucusu Axel Springer'nın eşi Friede Springer Alman başbakanı Angela Merkel'in yakın arkadaşıdır. Ayrıca bu dostluk neticesinde CDU’da siyasete de atılmıştır.
Friede Springer ve Angela Merkel (Kaynak: TAZ)
Axel Springer çok ilginç bir figürdür. Almanya’da, Müttefikler ’in İkinci Dünya Savaşı sonrası yayıncılık yapmasına müsaade ettikleri ilk Alman yayıncılardandır. İsrail ile Almanya’nın arasını düzeltme yönündeki çabaları neticesinde iki tane İsrail üniversitesinden onursal doktora da almıştır. İsrail’in 60. kuruluş yıldönümünü özel eklerle, hatta Almanya’ya göstermedikleri ehemmiyetle, kutlamıştır grubun yayın organları. Beş maddelik yayıncılık ilkelerinde (iki defa değiştirilmiştir) serbest pazar ekonomisine bağlılıklarını, Yahudiler ve Almanlar arasında “uzlaşma” sağlanmasını, bu bağlamda İsrail devletinin varlığını sürdürmesine destek verilmesini, Transatlantik İttifak’ına sadakati vs. okuyabilirsiniz. Bu da yine yayıncılığın temelde ne kadar bağımsız(!) olduğuna başka bir delildir. Axel Springer 1985’de öldükten sonra da grup aynı şekilde yayınlarına devam etmiştir.


Axel ve Friede Springer, İsrail seyahatı öncesi (Kaynak: Jüdische Allgemeine)
Gezi Olayları süresince tam gaz destek verip, “dayanıştığı” için pek sevilse de bizim sol cenahta, Alman Solu aslında nefret eder Springer ve yayın organlarından. Meşhur öğrenci lideri Rudi Dutschke’nin vurulmasına sebep olan olaylar zincirinden sürekli kışkırtıcı yayın yapan Springer Grubu sorumlu tutulur. Ayrıca Alev Alatlı’nın sarı gazetecilik dersi verdiğini söylediği Bild de yine bu yayın grubunun gazetesidir. Aynı zamanda Springer Yayın Grubu, Doğan Grubu'na ortaktır. E. Özkök'ün Bild'de yazıları nasıl çıkıyor sanıyordunuz? :)

Ya da mesela her sayısında Türkiye veya Türkler ile alay eden, hakaret sınırlarını zorlayan, hatta 30 Temmuz 1973’te “Türkler geliyor, kaçabilenler kendini kurtarsın!” (Die Türken kommen – rette sich wer kann) yazabilecek kadar rezil dergi Spiegel, Gezi Olayları esnasında “Boyun Eğme” kapağıyla çıkmıştı. İlk defa 10 sayfa Türkçe içerik ile çıkan Spiegel, ilginçtir yıllardır Almanya’da yaşayan milyonlarca Türk için bir kere bile olsa Türkçe yayın yapmamıştır.


"Tehlikeli" Türkler'i ve gettolarını anlatan Spiegel!
Türkler'e "direnmeyi" tavsiye eden Spiegel!




















Tüm bunlar perde gerisinde olur, sıradan tüketici (Almanlar'ın Otto Normalverbraucher dedikleri) bunlardan genelde habersiz yaşar. Konformizm arayışa manidir. Rahatları bozulmadıkça umursamazlar, ilgilenmezler. Bu sebepten kınamıyorum, zira sadece Almanya değil, Dünya'da genel temayül budur.


Çok ters istikamette gidenler olursa eğer, mesela ırkçı Avusturyalı Jörg Haider gibi araba kazasıyla, ya da İsrail’İ çok sert eleştiren Jürgen Möllemann gibi paraşütle atlarken ölebilir. En hafif durumda ise çizgiden çıkanlar sözgelimi eski Alman Cumhurbaşkanı Wulff gibi istifaya zorlanabilir.


"Islam Almanya'nın bir parçasıdır."
Wulff'ün ipini çeken ifade,
taburesine tekme atan gazetede manşette.
Kızgın vatandaşlar Wulff'un İslam övgüsüne
anlam verememişler. Nefret suçu mu dedi birisi?
Yine ve tabii ki Bild Gazetesi!
 Wulff demişken, ona da kısaca değinmeli. Wulff'un başını yakan Bild olmuştur. Bild'in Gen. Yay. Yön. Kai Diekmann ile Wulff yakın arkadaştılar. CDU'dan Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı ve sonra Cumhurbaşkanı olması ilişkiyi nezdimde “normal” kılan etmen. Wulff “İslam Almanya'ya aittir.” demesi sonrası tasfiye edildi. İlginçtir, Almanya’nın birleşmesinin 20. Yıldönümü hasebiyle yaptığı konuşmasında sadece bu ifadesi dikkatini çekmiştir basının. Müslüman cemaatlere yakındı Wulff, göçmen politikalarını eleştirirdi. Merkel “Çok kültürlülük bitmiştir.” açıklamasını ise hemen akabinde yaptı.



"Kızgın vatandaşlar cumhurbaşkanına soruyor: İslam Almanya'ya ait mi değil mi?"
Almanlar'ın %66'sı İslam'ı Almanya'nın bir parçası olarak görmüyorlarmış.
Bild bu ve bunun gibi nefret kampanyaları düzenledi Wulff'e karşı. 


 Wulff hakkında açılan tüm davalardan beraat etti  (Yamulmuyorsam iki tane basit dava kalmıştı.) Ama istifa ettirildi, istenen oldu. Yerine ise geçmişi acayip eski bir papaz cumhurbaşkanı yapıldı. Wulff’ün eski dostu Diekmann'ı arayıp bazı haberler konusunda ricacı olmasını "özgür basına baskı" adıyla afişe etmesine aldananlar, Almanya'da böyle şeyler olmaz zannetmeye devam ediyorlar.
Birisi yazılı, öteki görsel basının en büyük oyuncusu! İkisi de belli odakları temsil ediyorlar. Peki, hiç mi özgür basın yayın organı yok? Bütün bu gazeteler, kanallar, belli çıkar ilişkileri karşılığında ağız birliği edip susuyorlar mı, ses çıkaran yok mu?

Focus da Wulff'ü itibarsızlaştırma kampanyasına dahil olmuştu.

Almanya’da olabilecek en bağımsız yayın organı kuşkusuz Tageszeitung (ya da kısaca bilenen adıyla “die TAZ”). Alman Sol’unun en bilindik yayın organı TAZ. Gazetede tek bir reklam dahi yok, sadece gazetenin gelir sağladığı dükkânındaki ürünlerinin tanıtımı var. Ayrıca gazeteyi ayakta tutan okur bağışları ile tabii ki satış ve/ya abonelik gelirleri var. Abonelik sistemleri ise kesinlikle örnek alınacak cinsten; sabit aylık 42 avro, gelir düzeyi düşük olanlar için ise 26 avro. Yok, ben çok kazanıyor ve desteklemek istiyorum derseniz 50 avro. Hiçbir şekilde ise belge vs. gerekmiyor, şahsi beyanat kâfi. Peki, tüm bu “bağımsız” görüntüye rağmen, mesela Hamburg’daki olağanüstü hal ilanına gösterdikleri tepki ne düzeydeydi? Elbette diğer gazetelerden daha fazlaydı, ancak Gezi’ye gösterdiklerinden çok çok daha az! Arşivde yapılacak ufak bir seyahat ile rahatlıkla tasdik edilebilir.
Hamburg, Rota Flora eylemleri. Gazetelerde daha ziyade "polise karşı girişilen şiddet"in fotoğrafları var.
Bu tip fotoğrafları bulmak güç oluyor(Kaynak: Hamburger Morgenpost)

Düşünün, bir büyük şehrin göbeğinde polis inanılmaz sertlikte müdahale ediyor, şehir merkezinde olağanüstü hâl ilan ediliyor, polis kimlik kontrolü yapıp istemediği kişiyi sebep göstermeksizin şehir merkezine almayabiliyor ve buna çıkan ses bir başka ülkede vuku bulan hadiseler kadar ilgilendirmiyor Alman kamuoyunu, öyle mi?
Hamburg'da girilmesi yasak bölgenin ciddiyetini sorgulamalı :)


Uzun oldu, kabul. Ancak gerçekten "gerçek"i arıyorsanız azıcık zahmet ediniz.

Aachen, 14.04.2014