Gülen medyası sıklıkla
otoriterlik vurgusu yapar, malumunuz genelde de “su kaçırır”. Demokrasinin
yılmaz bekçileri nezdinde elbette otoriterliğe yer yoktur. Bakmayınız Gülen’in
yarım ağız eleştirilmesine bile tahammül edemediklerine, -Ali Ünal gibi kelime
oyunları yaparak- “Gülen masundur!” demelerine.
Hatırlayınız, beddua da önce mübahele, sonra mülaane, sonra ahitleşme oluvermişti.
Hülasa, pek sever kavramların içini boşaltmayı Gülen medyası.
Hayıf ki işte
arşiv diye bir baş belası vardır. Kendi ayaklarını kurşunladıklarından
mütevellit epeyce temizleseler de arşivleri hâlâ cephane yüklüdür. Demokrasi
aşığı, otoriter her türlü rejime başkaldıran(!) Gülen medyası daha evvel nasıl da
destan yazmış oysa… Zaman arşivine paket turlar düzenlemek suretiyle epeyce
keyifli, mizah kalitesi Püff’ten kat be kat yüksek çalışmalara rastlamak
mümkündür. Nazarbayev’in biyografisini basmanın, Aliyev ile çekilen fotoğrafları
arabaya asmanın ötesini kastediyorum: Gülen medyasının Saparmurat Niyazov alakasını.
Niyazov, ya da bilinen adıyla Türkmenbaşı!
21 Mart 2006
tarihinde Zaman Gazetesi’nde, “Türkmenbaşına kültür ve barış adamı ödülü”
başlıklı haberde, Gülen Cemaati kurumlarından GYV tarafından Türkmenbaşı’na „Tüm Zamanlar Devlet, Kültür ve Barış Adamı Ödülü“ tevdi
edildiğini öğreniyoruz. Adı tuhaf bu ödülün veriliş amacını tahmin etmek pek de
güç değildir. Törende tabii demokrasi neferi Bülent Keneş’in de hazır
bulunduğunu öğreniyoruz bu vesileyle.
Bir başka yazı
ise vefatından sonra, 22 Aralık 2006 tarihinde, yine Zaman Gazetesi’nde
yayınlanmış. İsmail Kılınç ve Cemil Yıldız imzalı haberin başlığı: “Türk
dostuydu; geride, kalkınan bir Türkmenistan bıraktı.” Haberde cemaat okullarına
alakası vurgulanmış Türkmenbaşı’nın. Doğalgaza dayalı ekonomik başarıları da
epeyce parlatılmış. Bir “düşünür, filozof ve şair” olarak anmışlar.
23 Aralık 2006
tarihli Zaman Gazetesi’nde, “Türkmenbaşı ve Türkmenistan’ın Dönüşü” başlıklı,
Dr. Selim Hancıoğlu’nun kaleme aldığı, yorum bölümünde yayınlanan makalede,
Batı’nın Türkmenbaşı’na yönelik eleştirilerinin ne kadar adaletsiz olduğu
vurgulanmış. “Bölge şartlarına göre hakkı teslim etmek” gerektiği, Batılı
devletlerin yüzlerce yıllık süreçler neticesinde geçirdikleri dönüşümü
Türkmenistan’dan birkaç yılda gerçekleştirmesini beklemenin haksızlığına
değinilmiş. Tabii Türkmenbaşı’nın ay ve yer isimlerini değiştirmesi,
heykellerini diktirmesi, resimlerini astırması, hatta ismini Niyazov’dan
Türkmenbaşı’na dönüştürmesi gibi tuhaflıkların da yine bu bağlamda mazur
görülmesi gerektiği tuhaf biçimde savunulmuş. Bölgesel şartlara sıkça atıf
yapılan makalede Ruhname’nin bu dönüşüme katkısını Dr. Hancıoğlu çarpıcı
biçimde dile getirmiş:
“Ruhnâme adlı
eserini camilerde ve okullarda okutarak Türkmen millî kimliğinin oluşmasına
katkıda bulunmuştur. Elbette ki burada Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş
dönemindeki bazı uygulama ve değişimlerden de yararlanmıştır.
1991 yılında
bağımsızlığını kazanan Türkmenistan'ı, gelişmiş demokrasilerin ölçütleriyle
yargılama mahiyetindeki yazılarla, bazı köşe yazarlarının, Batı basını ve yayın
organlarının tercümeleri mahiyetindeki değerlendirmeleri, işte bu yönden
bilimsellik ve nesnellikten uzaktır. Bir halkın yetmiş küsur yıl karanlıkta
kalan tarihini ve değerlerini yeniden hatırlatıp yeni nesilleri bir ülke,
toprak ve kültür birliğiyle geleceğe taşımak, ancak milletin hassasiyetleri ve
dokusuna göre şekillenmiş bir siyasî kültür geliştirmekle mümkündür. Ruhname'yi
inceleyenler, onun Osmanlı geleneğinde benzerlerine çok sıklıkla rastlanan bir
ahlâk kitabı, bir nasihatname olduğunu göreceklerdir. Bir milletin kendi
varlığını kavramasını, kendine güvenini ve vesayetten kurtulmasını, "Aziz
Türkmen! Kendine hükümdar ol, kendine emrini dinletebilirsen, her işin
üstesinden gelebilirsin." (Ruhname, Aşgabat, 2001, s.25) ifadeleriyle
belirten Türkmenbaşı, eserinde Sovyet döneminin Türkmen halkına yaşattığı
acıları da uzun uzun anlatır.”
Türkmenbaşı’nın
cemaat okullarıyla alakası üzerinden hayırla yâd edilmesi ilginçtir, zira Demirel’i
de vefatından sonra sadece ve sadece cemaatlerinin okullarına gösterdiği alaka
üzerinden değerlendirmişlerdi.
25 Aralık 2006
tarihli, “Türkmenbaşı’nın demir yumruğu” isimli köşe yazısında bir başka büyük
demokrasi savaşçısı Kerim Balcı da Türkmenbaşı’nı müdafaa etmiş, “Türkmenbaşı'nın
demir gibi bir iradesi olduğu, koyduğu yasaların uygulanmasında esnekliğe asla
yer vermediği doğrudur. Kendi ismi ve Ruhname öğretisi çevresinde bir kültür
oluşturmaya çalıştığı da. Peki ya buna ihtiyaç vardıysa? (…) Demir yumruk
yönetimi hoş değil, ama yumruğun hangi şartlarda ve hangi amaçlarla
vurulduğundan bağımsız bir yorumlama, onu hak ettiğinden daha şeytani göstermez
mi?“ diye de sormadan edememiş.
13 Ocak 2003’de,
Aksiyon Dergisi’nde, Ahmet Dinç imzalı “Türkmen’e ruh veren kitap” isimli
makalede de Ruhname’nin yüceliği anlatılmış. Ne denli büyük bir eser olduğuna
vurgu yapılmış.
Bu örnekleri
uzatmak mümkündür. Peki, bu büyük önder, bilge devlet adamı, filozof, şair ve
dahi düşünür Türkmenbaşı vefat ettiğinde cenazesinin kaldırıldığı Ruhi Mescidi’nden
neden bahsedilmemiştir? Mescidin duvarlarında bu ulu zatın, büyük kitabı
Ruhname’nin kısımları yazılıdır. Acep bundan mıdır?
AA’nın bir
haberine göre Türkmenbaşı’nın üç kez okuyanı cennetle müjdelediği bu ulvi
eserinden başkaca kimler istifade etmiştir? Yine cemaatin eskiden pek övdüğü,
şimdi yerden yere vurduğu Ahmet Çalık, Siemens, DaimlerChrysler, Caterpillar,
Zeppelin, John Deere, Bouygues, Polimeks (bkz. “Shadow of the Holy Book (2007)” belgeseli)…
Başka? Mesela istifa
konuşmasında Erdoğan’ı “sultan” olarak niteleyen, şu sıralar mütemadiyen “karun”
vurgusu yapan, Ruhname’yi tercüme ettiği için Türkmenistan kültür hizmeti ödülü
alan Muhammet Çetin’i de bu listeye eklemeli.
Türkmenbaşı’na bu
kadar iyi niyetli yaklaşan Gülen Cemaati’nin Erdoğan’a her gün “diktatör,
tiran, Yezid” diye bağırması acep nedendir? Ya da mesela Gezi kalkışması
esnasında Erdoğan’a “diktatör” deyiveren Zaman’ın Kahire temsilcisi Cumali Önal,
“abilerinin” Sisi’yi ziyareti sonrası da “diktatör Sisi” demiş midir?
Kendi kurumlarına
zarar geleceğini bildikleri gerçek diktatörler karşısında kuzu kesilen bu
medyanın Erdoğan’a efelenmesine kanmamalıdır. Ne kadar cesur olduklarını görmek
için Türkmenistan’a bakmak yeterlidir.
Yani gözüm;
diktatör değildir o, cumhurbaşkanıdır. Diktatör olsa duramazdın.
12.07.2015, Aachen.