Francis Fukuyama için “Japon’dan
ziyade Amerikalıdır” denir. Sonradan kendisinin de çeşitli vesilelerle nedamet
duyacağı, iddialı “Tarihin Sonu” teziyle tanınan Fukuyama, Hırvat düşünür Srecko
Horvat ile bir söyleşisinde Çin’in devlet kapitalizmine okkalı eleştiriler
getirmişti. Çin ekonomisi, varlığıyla Fukuyama’nın tezine en büyük cevap
niteliğinde olsa gerektir. Zira “demokrasisiz kapitalizm”in “demokrasili”
olandan daha verimli (verim kısmı bilahare tartışılabilir) işlediğine Çin en
açık delildir. Fukuyama da zaten bunu
kabul edip, “liberal demokrasiye en büyük tehdit terörizm değil, Çin’dir”
deyivermişti aynı söyleşide. Batı demokrasilerine toz kondurmamıştı tabii. Bu
görüşünde yalnız da sayılmaz, Ian Bremmer gibi sadece bu konu hakkında kitap yazanlar
bile var. Gerçi Çin kapitalizmi için kızıldan çok pembe dense de, böyle iddialı
tezler sık sık çuvallasa da…
Söyleşi yayınlandıktan
sonra Çin’in Hırvatistan Büyükelçiliği de Fukuyama’ya çok sert bir metinle
cevap vermiş, kendisi için “muz adam” tabirini tercih etmişlerdi. Şu ana kadar
duyduğum ırkçı tabirler içinde sanırım en ilginç olanı budur. Muz gibi, dışı
sarı fakat içi beyaz imiş Fukuyama’nın. Sarı ırkın mensubu, bir Asyalı’dan
ziyade bembeyaz bir Amerikalı olduğunu ifade etmenin en kestirme yolunu
bulmuşlar.
Almanya’da da mesela
siyasi partileri tanımlamak için çeşitli renklerden istifade edilir, partilerin
logolarındaki renklerle tanımlanırlar. Yeşiller en barizidir, ismi ile
müsemmadır, tabii yeşildir. Sosyal Demokratlar ise kırmızı sayılsa da Sol Parti’nin
varlığı düşünülünce pembeleşir. Belki de Sol Parti koyu kırmızı olarak nitelendirilebilir.
Liberaller sarı ile özdeşleştirilirken Hristiyan Demokratlar siyahtır. Hatta
büyük usta Pispers siyah isimlendirmesine sebep olarak kömüre işaret eder. Zira
Almanca’da kömür kelimesi (Kohle) argoda para da demektir. Yine buradan
hareketle sarı rengin “kıskançlık” manasına gelmesi, liberallerin tam da bu “kömür”
meselesinden ötürü Hristiyan Demokratlar’ın akçalı işlerini kıskandığının da işaret olabilir.
Peki, bizde siyasetin
rengi nedir? Vaktiyle Erbakan için Demirel de meyvelerden istifade etmiş, “karpuz”
benzetmesi yapmıştır. Dışarıdan yeşil, Müslüman, fakat içten içe kırmızı,
komünist! Demirel’in zamanın ruhuna göre ürettiği benzetmelerden sadece bir
tanesi. Tutarlılık ile Demirel ise asla yan yana gelmemiştir, nitekim yıllar
sonra “kızıl tehdit” bitince 49. Hükümet’i -hem de “kırmızı” HEP’in de içinde
olduğu- SHP ile kuran da yine Demirel’dir.
Bugüne gelirsek eğer,
acep partilerimizi hangi renklerle anmak gerekirdi? Yapacağımız tasnifte
kimliklere mi atıf yapılacak, ekonomi politikalarına mı, yoksa sadece mirasını
devraldıklarını iddia ettikleri ideolojilere mi?
Sağı, solu birbirinden
ayırmanın güçleştiği, dünün milliyetçisinin bugünün ulusalcısı olduğu,
solcusunun milliyetçi refleksler gösterdiği, dindarının sık sık liberal
takıldığı ortamda hepimiz birer bukalemuna dönüştük. Dolabımızdaki elbiselerden
hangi rengi giyeceğimizi günün şartları tayin ediyor.
İdealsiz ideolojilerin,
fikir zombileri üretmesinden başka bir şey bekliyor muyduk?
Herhalde sadece ekonomi politikası
açısından ana akım siyasi partilerin hemen hepsi ortak bir meyveye, kavuna
benzetilebilir; içi de dışı da sapsarı. Sapına kadar liberal!
11.01.2016, Aachen