Filmin başlamasına yarım saat kala gişeye yetiştim. Alpeis’e
iki bilet istedim. Filmin yönetmeni Lanthimos, bir önceki filmi Köpek Dişi
(Kynodontas) ile “En İyi Yabancı Film Oscarı”na aday gösterilmişti. Dolayısıyla
muhtemelen salon tıka basa dolu olacaktı. Şanslıydım, arkadaşımla bana yer
vardı. İki bilet alıp film saatini bekledik. Kısa süre sonra gişedeki çalışan
yanımıza gelip özür dileyerek filmi daha ufak salonda izlemek isteyip
istemeyeceğimizi sordu. İndirim yapacaktı bunun için. Meğer ikimizden başka
kimse bilet almamış. Salon kapatan görgüsüzler gibi oturup tek başımıza izledik
filmi.
En son yine Jarmusch’un filmi Patterson’u izlerken bu anı
hatırladım. İlk gösteriminde dahi salonda 6-7 kişi vardı. Benzeri vakaları çoğaltmak
mümkün. Özel programlar dahilinde tek seferlik gösterilen nitelikli filmlerde
bile salonların bomboş olduğuna defalarca şahit oldum. Aynı zamanda popüler,
büyük bütçeli yapımların, büyük salonları tıka basa doldurduğu da vakidir.
Bu hadiseler Almanya’dan. Eminim, Türkiye’de durum
farksızdır. Gişe verilerine bakıldığında başka ülkelerde de durumun benzer
olduğu açıktır. Sanat filmlerinin eğlence amaçlı çekilen filmlerden çok
izlendiği bir yer bilmiyorum.
Mesele tam da burada kilitleniyor zaten. Necip Türk
matbuatının ve film endüstrisinin günah keçisi Recep İvedik’in başarısı,
sinemanın gelişmesinin önündeki engel gibi gösteriliyor. Ah şu Recep İvedik
olmasa Türk Sineması içindeki büyük potansiyeli ortaya çıkaracak, müthiş bir
sıçrama gerçekleştirecek! Gerçekten öyle mi?
“Bizim büyük
çaresizliğimiz”
Odyofiller, temiz ses “hastaları” ile konuştuğunuzda size
yüksek nitelikli ses alabilmek için üç şeye dikkat etmeniz gerektiğini
söylerler. İlki temiz, yüksek çözünürlüklü ses dosyası. İkincisi bu dosyayı
güzelce oynatabilecek bir müzik çalar. Üçüncüsü ise bu sesin çıkacağı yüksek
nitelikli kulaklık ya da hoparlör. Yani ses dosyası, oynatıcı ve çıkıştan
herhangi birisi sıkıntılı ise netice genelde hüsranla sonuçlanır.
Fakat nitelikli ses müptelalarının sıklıkla ihmal ettikleri
dördüncü nokta ise dinleyicinin kulağıdır! Eğer dinleyicide 24 bit FLAC ile 320
kbps mp3 arasında farkı ayırt edecek kulak yoksa bu üçünün mükemmel olmasının
hiçbir ehemmiyeti yoktur. Kimi zaman zaten var olması gerektiğini düşündükleri
için, kimi zaman tipik odyofil kibrinden ötürü ihmal edilir bu dördüncü şart
tartışmalarda.
Aynı durum sinema için de söz konusu. Sinefiller, sinema
severler, bazen gerçekten öyle inandıkları için, bazense yukarıdakine benzer
bir kibirle ortalama izleyiciyi ihmal ederler. Herkesin 6-7 saatlik deneysel
filmlerin uzun, durağan planlarını ya da Sundance’de ödül almış yeni bağımsız
filmi seyrederken zevk alması diye bir şart yoktur. Hatta sinemaya meraklı
(bendeniz dahil) çokça kişinin dahi izlerken yorulduğu, zorlandığı filmleri
sinemaya eğlenmek içen gidenlerin sevmesini beklemek çok safça bir davranış
olur. Temel ayrım da burada. Sanat filmlerinin eğlence amaçlı yapılmadığını
sıklıkla unutuyoruz.
Sinemacı taş mı
yesin?
Peki Recep İvedik’in esasen sinema sektörüne faydalı
olduğunu iddia etsek, abartmış olur muyuz? Sanmam.
Çok satan kitaplar yazan bir abimiz favori kitabımı
sormuştu. Nispeten az satan bir kitabını daha çok beğendiğimi söylemiştim. O
kitabın reklamı diğerleri kadar çok yapılmamıştı, muhtemelen bunun da etkisi
olmuştur. Ayrıca kendine has tarzından farklı bir çalışmaydı. Çok satanları
işaret edip -mealen- “Bunlar olmadan bu az satanları yazmam mümkün değil. Çok
satanlarla geçimimizi sağlıyoruz” deyivermişti.
Sinema işletmecileri için de durum farksız. Geçimini bu
sektörden sağlayanların Recep İvedik 5 duyurulunca nasıl mutlu olduklarını
tahmin edebiliyorum. Düzenli film seyreden kitle sinemaya küserken işletmeciler
yeni bir izleyici grubu elde ediyor bu filmlerle. Pahalı bilet fiyatlarına ek
olarak 45-50 dakikayı bulan reklamlardan bıkan seyirci daha geç izleme pahasına
sinemaya gitmekten imtina ediyor. Buna bir de yasal ya da yasadışı yollarla
filmlere erişmenin eskiye nazaran kolaylaşmasını da ekleyebilirsiniz.
Yazının başında bahsettiğim sinema salonu boş geçen
seansları finanse edebilmek için düzenli olarak partiler organize ediyor. Yanı
sıra bar, kafe işleterek yine çarkları döndürmeye çalışıyorlar. Hatta bir dönem
üniversitenin ders salonu sıkıntısı baş gösterince sabahları, sinemanın boş
olduğu saatlerde salonlarını üniversiteye kiraya vermişlerdi.
Sadece sinema işletmecileri değil, oyuncular başta olmak
üzere sektörün tamamına çok izlenen filmlerin katkısı yadsınamaz. Fırat
Tanış’ın twitter hesabında paylaştığı bir tüvitte, Recep İvedik 5 yüzünden
Scorsese’nin son filminin gösterilecek salon bulamadığı haberi yer alıyordu.
Tanış çok yetenekli, hatta ülkedeki gerçekten iyi 10 aktör arasında ismini
sayabilirim şahsen. Fakat rol aldığı bazı filmler (Olaylar Olaylar, Hep Yek,
Guruldayan Kalpler, Öğrenci İşleri, Sürgün İnek, Devrimden Sonra, Muro: Nalet
Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine, Yapışık Kardeşler, Geniş Aile Yapıştır, Geniş
Aile 2 Her Türlü) düşünülünce Tanış’ın da aynı hikâyenin parçası olduğunu
görmek mümkün. Bu filmlerle geçimini sağlıyor öyle zannediyorum ki. Aynı
zamanda “Bir Zamanlar Anadolu’da” gibi yapımlarla da elinden neler geldiğini
izleyiciye gösteriyor.
Mesele Recep değil,
anlamadın mı?
Elbette sinemamızda üretkenlik sıkıntısı var. Anlatılacak
onca hikâye var, fakat bunları perdeye yansıtacak şartlar henüz oluşmadı. Evet,
Recep İvedik vasatın altında bir filmdir. Gülüp, eğlenip unutmak için vardır.
Bunu da gayet iyi yapmaktadır. En azından Recep İvedik’in maksadının hasıl
olduğu gişe rakamları ile ortada.
Bunlara bakıp sinemanın sıkıntılarını bir tek filme, hatta
bir tek şahsa yüklemek kolaycılıktır. Hele izleyiciyi suçlamak ise düpedüz
aşağılık kompleksidir. Neticede mesela Hollanda’da iyi işler yapılmasına
İvedik’e rahmet okutacak New Kids serisinin tutması (Turbo, Nitro) mâni
değildir. Berbat Michael Bay filmleri devasa bütçeli, çok kötü yapımlardır.
Ancak ABD’de en çok izlenen filmler bunlar olsa da Hollywood hâlâ Dünya sinema
pazarına hakimdir. Werner serisi animasyon filmlerin mizah kalitesi Alman
mizahının bile altındadır, fakat Alman sinemasını bu filmlere bakarak ele
almayız. Kore’de yapılan şahane filmlerin yanı sıra çok izlenen çok kötü
filmler de vardır. Japon Sineması sadece Mizoguchi, Kurosawa, Kitano’dan ibaret
değildir. Çok popüer, çok berbat yapımlar mevcuttur. Listeyi uzatmak mümkün.
Kısacası yönetmenlerin, sinema eleştirmenlerinin,
oyuncuların ve dahi sinemaseverlerin artık kolaycılığa kaçmaması gerekir. Her
yeni Recep İvedik filminde “geleneksel Türk Sineması’nı gömme” vazifelerini ifa
etmek yerine daha iyi filmler yapmaya kafa yormalarını beklemek bir sinemasever
olarak tek temennim.
Hem bakın, bendenizin favorisi Semih Kaplanoğlu’nun ha
çıktı, ha çıkıyor diye epeydir beklediği Buğday filmi geliyormuş. Odaklanmak,
enerjimizi sarf etmek için büyük fırsat!
Aachen, 21.02.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder