5 Ocak 2019 Cumartesi

İktidarın Kültürü

Gündemi artık eskisi kadar meşgul etmiyor “kültürel iktidar” meselesi. Metin Akpınar’ın ifade vermeye çağırılması ile tekrar sorgulanır oldu. Kültür endüstrisinde muktedir kimdir, kimin elindedir, kimler burada at koşturabilir, kimler hangi sebeplerle dışlanır?.. Sorulacak çok soru var, fakat mevzunun özüne değinmekten sürekli imtina ediliyor.

Tanıl Bora “tahakküm” ile “hegemonya” arasında ayrıma bu konuda vurgu yapmıştı. Kabaca hegemonyanın kendi şartları içinde ilişkilerce şekillenen, doğal bir süreç olduğunu, buna karşın tahakkümün zor kullanarak icra edildiğini, bizim kültürel iktidar meselemizde buna atıfla solun kültürel hegemonyasından rahatsız olanların daha iyi kitaplar yazıp daha iyi filmler çekmesi gerektiğini söylüyordu. Bu kadar kolaydı!

Gerçekten “sağcılar” hep kötü kitaplar yazıp, kötü filmler mi çekiyorlar? Bir kitabın yazımından basımına, hatta sonra kitapçı raflarına yerleştirilmesinden reklamına kadar geçen süreçte herkes adil biçimde davranıyor, kitaplar nitelikleri nispetinde hak ettiği ölçüde muamele görüyorlar, öyle mi? Ticari kaygılar bir yana, pazarın büyük oyuncuları ideolojik kimliklerinden sıyrılmış biçimde ellerine geçen eserleri değerlendiriyorlar, öyle mi?

Sonra bunun fuarı var, tanıtım toplantıları, halkla ilişkiler tarafı var. Efendime söyleyeyim gazetelerde, TV’lerde kurulan “netvörkler” aracılığıyla yek diğerini pohpohlama var, değil mi? Başkasına alan kapatmak da erişilmesine mâni olmakla eş değer değil midir?

Bir ürünün çok tüketilmesinin, hegemonya kurmasının tek geçer sebebinin yüksek nitelik olmadığını anlamak güç olmasa gerek. Bugün çok izlenen filmler, çok okunan kitaplar, çok dinlenen şarkılar için kimse yüksek niteliğinden ötürü itibar görüyorlar demeyecektir. Elbette çok tüketilen her şey kötüdür demek değildir, fakat istisnalar kaideyi bu durumda da bozmuyor.

İfade hürriyeti gibi düşünmeli bu meseleyi de. Fikrin olabilir, bunu dile getirmekte hürsün, fakat o fikrin kimlere ulaşacağını belirleme kudreti sende değil. O kudreti elinde tutan her kimse (kişi, kurum, zümre vs.) onun vereceği kararlar doğrultusunda fikirlerin çok geniş kitlelere ulaşabilir. Ulaşması ile kabullenilmesi bambaşka şeyler, doğru. Fakat kabullenilebilmesi için evvela ulaşabilmek gerek.

Sinema ayrı bir alem. Bugün kültür ürünlerinin tüketilmesi de tam olarak bu ulaşılabilirlik ile ilgili. Almanya, ABD gibi ülkelerde yayın yapan Netflix, Prime Video vs. kaynaklarda Türkiye’den de içerikler var. Bunlar bu vesileyle ülke dışında da geniş kitlelere erişebiliyor. Peki bunların büyük kısmının aynı yapımcıların üretimi olması sadece nitelikle mi izah edilebilir? Berbat komedi filmleriyle dolu oysa. “Solcular” daha iyi filmler yaptıkları için mi tercih ediliyorlar buralarda? Yapımcının bağlantılarının tercihte etkisinin daha büyük olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

Bizi geçelim. ABD’de mesela Harvey Weinstein skandalı patlak verene kadar sinema endüstrisinin büyük sanatçılarından hiçbiri kadınların istismar edildiğini bilmiyor muydu? O çok şanlı, siyasi iktidara pek muhalif aktörleri hatırlayın. Trump’a ettiği küfür ayakta alkışlanan De Niro gibi mesela. Bal gibi biliyorlardı! Endüstri içinde herkes kimin ne mal olduğunu çok iyi biliyordu. Peki niçin çıkıp hiçbiri “F*ck Trump!” dediği gibi “F*ck Weinstein!” dememişti? Miramax’ın başındaki adama bunu söylese endüstride tekrar kendine yer bulabilir miydi? Kariyeri aynı gün biterdi, zira çoklarının kariyeri böyle bitirilmişti. Yeni yeni “#metoo” hareketi ile seslerini duyurabiliyorlar.

Bugün siyasi fikrinden, konumundan bağımsız olarak hemen her “kültür üreticisi” bir iktidarın boyunduruğunu kabullenerek işini sürdürüyor. Sözde en muhalifi, en bağımsızı dahi iktidar odaklarını hedefe koyamayacak kadar çekinik kalem oynatıyor. Bu iktidar illa siyasi iktidar olmak zorunda değil dememe gerek yok sanırım. Başından beri anlatmaya çalıştığım üzere muktedir her kimse, o alanda iktidara boyun eğiliyor.

Bağımsız gazeteci, çalıştığı gazetenin bağlı olduğu holding hakkında tek satır yazamaz. Bağımsız yazar, kitabını yolladığı yayıncının karın tokluğuna, sigortasını doğru düzgün yatırmadan işçi çalıştırması hususunda kalem oynatamaz. Bağımsız sinemacı filminin festivallere ulaşmasını sağlayacak komitenin ağzının içine bakar, içeriğini ona göre uydurur. Bağımsız sanatçılar küratörlere ulaşmak, işlerini kabullendirmek için kırk takla atar. Tahakkümü altında olunmayan iktidarın muhalifi olmak kolaycılıktır. Hem şanına şan katar!

Buna da bu yüzden kültürel iktidar değil, iktidarın veya muktedirlerin kültürü denmelidir.
Aachen, 05.01.2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder